DeneyimGüncel

Deneyim| Mabel ile homofobiye direnmek

Bir not defterim vardı. Mor kaplı, harita metod. Yaşadıklarımın bende bıraktıklarını yazıyordum. Önce kurşun kalemle başlamıştım yazmaya. Yanlışlarımı kolaylıkla düzeltebilmek için bir silgi yardımıyla. Sonra cesaret kazandıkça hem yazmaya hem de yaşadıklarımın bende bıraktıklarını aktarmaya; bıraktım kurşun kalemi. Tükenmez kaleme geçme aşamam, tereddütlerimden uzaklaşıp kendimden daha emin hale gelmem ile beraber oldu.

Yazdıklarım bendi, herşeyiyle ben. Dolayısıyla bir silgi darbesi, o an yaşadığım duyguyu öğretilmişliklere çevirme çabasının eseri oluyor; benden kolaylıkla vazgeçebiliyordum. Kurşun kalemi bıraktığımda, sınırlarımın keskinliğini törpülemekten sınırsızlığa doğru kanat açmaya karar vermiştim.

Yazdıkça öfkemi kustum. Sorulara boğdum kendimi. Cevaplar aradım. Acımı kağıda mürekkebimle damıttım. Sevincimi kalıcılaştırdım.

Uzun zamandır o defterimi kullanmıyordum, gözümün önünde dahi değildi. Unutmuştum onu. Onca boş sayfası vardı oysa daha yazılabilecek. Yaşamın koşturması bazen vazgeçilmez olanı unutulur kılabiliyor.

Bugün karşıma çıktı o defter. Dolabımın içinde birşeyler ararken buluverdim onu. Sayfalarını karıştırırken o an yaşadığım ve hissettiğim her şey benimleydi.

***

“Ben Neredeyim” dediğimiz bir Onur Haftası’na giriş yaptık. Nefretin çeşitli devlet kurumları ve kişilerce son iki aydır bu denli açık bir şekilde üretilmesinin sebebine geldik yani.

Her sene bu oluyor aslında. Yani zaten var olan nefret saldırıları, bugünlerde yükseliyor. Gökkuşağının yedi renginin yaşamın dört bir yanını sarıp sarmalayacağından, görünürlüğümüzden korkanların kapıldığı paniğin bir ifadesi bu yükseliş.

Bu nefret onlarla sınırlı kalmıyor da. Zaten sınırlı kalmaması gibi bir amaç da var mevcut ikili cinsiyet ve ataerkil sistem gereği… Nefret her bir yana saçılıyor, toplumun her kesimine…

Beyaz, erkek ve zengin değilsen ötekiydin ya sen hani, bu o kadar da “berrak” bir durum değil aslında. Ezilenler arasında da ezen-ezilen ilişkisi üretilmesi elzem bir hal alıyor sistemin kendi bek

bekası ve varlığı için. Ondan kurtulmamızın yolu çeşitli taşlar, kayalar vesilesiyle kapatılmaya çalışılıyor böylelikle.

***

16.08.2017. Üç yıl geçmiş aradan. Zaman nasıl da hızlı ve bazen nasıl da yavaş. “O kadar kolay bir şekilde öteki ilan edebiliyoruz ki bir diğerini” diye başlamışım yazmaya. Öfkemi ünlem işaretlerini bolca kullanarak desteklemişim:

“Zoruma gidiyor. Üstelik bunu yapan da yine ezilen kimliği olan kişiler olunca daha da zoruma gidiyor.

Birilerinin ölmesini, öldürülmesini, yok sayılmasını, yaşamda kendi olarak var olamamasını nasıl kabullenebiliriz!

Meselemiz homofobi! Bulunduğum her bir ortamda çeşitli halleriyle karşıma çıkan, kimi zaman çok sinirlendiğim, kimi zaman sakinliğimi koruyup homofobiye ilişkin açıklamalarda bulunduğum, kimi zamansa iğneleyerek uyarıda bulunduğum bir konu.

Bazense cidden dayanamıyorum. Şimdi olduğu gibi.

Televizyon açıktı. Mabel Matiz’i sevdiğimi bilirler buradakiler, kanalı değiştirmediler o yüzden. Kulağıma fısıltılar geldi: ‘Bu adam farklı.’ Fısıltılar devam ediyor. ‘Duymadım, ne dedin?’ diyerek dahil oluyorum bir yerden. Sesimdeki titreşimin farkına vardılar mı acaba? Evet vardılar, gözlerde tereddüt var. Tereddüt hali, kendi bildiğine güvene evriliyor birkaç salisede. Yükleniyorum sözlerimle, kızarsınlar- utansınlar istiyorum. Mabel televizyondan gidiyor, onlar utanmıyor-kızarmıyorlar.

Karşımdakiler emekçiler, Kürtler, kadınlar ama heterolar, ‘normal’ler! Al işte, yine bir iktidar ilişkisi üretilecek alan oluşmadı mı?! Ötekileştirecek birilerini bulduğumuzda ötekileştirildiğimiz yerleri nasıl da sıfırlıyoruz değil mi?”

***

Defterim elimde şimdi. Bu satırları okurken o an yaşadığım duygunun içerisinden sıyrılıp sonraki 3 seneyi düşünüyorum. O televizyonun karşısında Mabel’in nice klibini izledik. Televizyonun karşısında değilsem, şarkının sesi açılarak söylediği parçalar bana armağan edildi.

Homofobi üzerine ne kadar tartıştık. Sinirlendim, öfkelendim, sakinliğimi koruyarak tartıştım. Onların gözlerindeki “homofobi”nin haklılığına dair güven tereddüte dönüşüyordu ya, benden mutlusu yoktu! Mabel, homofobiye karşı direnişimin adı olmuştu…

Öfke seline kapıldığım o gün karaladıklarımın sonuna bir dilek de eklemişim. Bu dileğim hala da geçerli. “Cinsiyetsiz bir yaşam istiyorum!”

(Evin Diren)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu